J. Paul Sartre'in oyunu Mersin Kültür Merkezi'ne gelmiş, başrolde Al Pacino oynuyor. İnci beni arayıp haber veriyor. Aylin de burda, bak Ankara'dan gelmiş diyor. Yalnız biz İstanbul'dayız ve bu hiç garipsenmiyor. İnciyle Aylin bize geliyor, sanki birazdan Eğriçam otobüsüne binip gidecekmişiz gibi. Diyorum ki İnci, benim param yok, ne kadar bu oyun? 22,5 TL diyor. Cüzdanımı açıyorum, hiç param yok, madeni para buluyorum bir tane, üstünde 20 TL yazıyor, işte buna şaşırıyorum. İçimden bozdur bozdur harca deyip gülüyorum.
Sonra...sonrasını hiç düşünmüyorum. Geriye kalan 2,5 TL'yi herhalde bizimkiler tamamlamıştır herhalde. Sonra muhtemelen Ahmet de gelmiştir. Sonra da hassiktir ya biz İstanbul'dayız deyip gidememişizdir. Çünkü her rüya tamamlanmadan biter. Eğer öyle olmasaydı, o rüyayı gerçek sanıp büyük yanılgılarla yaşardık gerçeklerle örülmüş dünyamızı ya da büyük umutlara kapılırdık. E sonrası büyük bir yıkım olurdu. Gerçek dünyada böyle bir oyun olamayacak olması bir tarafa, olsaydı da Mersin Kültür Merkezi'ne o oyun gelmeyecekti. Hadi diyelim geldi, biz İstanbul'dan Eğriçam otobüsüne binip gidemeyecektik. Ya da oyun bileti 22,5 TL olmayacaktı. Hatta 20 TL'nin madeni parası olmayacaktı ( gerçi bu gözüme çok olasılık dışı gelmedi ya iyi diyelim iyi olsun ).
Sonu her ne olursa olsun dostları görmek iyiydi, güzeldi, hoştu. Paralel evrene döndüğümde suratımda melankolik bir gülümseme vardı. Ki bu iyi bir şey. Mesela bu yazmadığım süre zarfında başıma iyi ve kötü bir sürü şey geldi ve ben hiçbir şey yazmadım. Ama bir yudum melankoli içince dayanamadım koştum geldim.
Dostlara selam olsun.
31 Mart 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)